16 Ekim 2017 Pazartesi

Devamını Oku... Devamını Oku...






 

Honore de Balzac - Otuz Yaşındaki Kadın

Charles'ı karşısında göremeyince boş kalan iskemlesi, onun adınakonuşunca, Madam d'Aiglemont bin pişman oldu; kendini haksız buldu. Bir kadın, kötü davrandığını ya da soylu bir ruhu kırdığını sanınca, içindeki aşk dev adımlarla ilerler. Aşk sözkonusu olduğu zaman, kötü duygulara hiç aldırmamalı; çünkü o kötü duygular çok hayırlıdır eninde sonunda. Kadınlar, kötü şeylerle karşılaşınca değil, erdemli davranışlarla karşılaşınca teslim olurlar. "Cehenneme giden yol iyi niyetlerle döşelidir" sözü, din dersi veren bir kişinin ortaya attığı aykırı bir düşünce değildir. Vandenesse birkaç gün gelmedi. Markiz, her akşam buluştukları saatte, vicdan azabıyla dolu bir sabırsızlıkla onu bekliyordu. Mektup yazmak, duyduklarını açığa vurmak olacaktı. Üstelik içgüdüleriyle, Vandenesse'in gene geleceğini seziyordu. Altıncı gün, uşak, Vandenesse'in geldiğini haber verdi. Markiz, şimdiye değin bu adı böyle bir hazla duymamıştı hiç. Kendi sevincinden korktu:
   - Beni iyice cezalandırdınız, dedi.
   Vandenesse ona şaşkın şaşkın baktı:
   - Cezalandırdım mı? diye yineledi. Neden?
   Charles, Madam d'Aiglemont'un ne demek istediğini pekala anlıyordu. Ama mademki Markiz, onun çektiği acıların farkındaydı, genç adam, bunun öcünü ondan almak istiyordu.
   Madam d'Aiglemont gülümseyerek sordu:
   - Neden beni görmeye gelmediniz?
   Charles, bu soruyu doğrudan doğruya yanıtlamamak için başka bir soru sordu:
   - Demek kimseyi görmediniz?
   - Dün M. de Ronquerolles ve M. de Marsay; bu sabah da küçük D'Esrignon iki saat kadar buradaydılar. Madam Firmiani'yi ve kızkardeşiniz Madam de Listomère'i de gördüm galiba.
   Gene bir acı! En hafif belirtisi korkunç bir kıskançlık olan, sevilen insanı aşka yabancı her şeyden uzaklaştırmak için sürekli bir istek olan, saldırgan ve zalim bir zorbalıkla sevmeyenlerin hiç anlayamayacakları bir acı!..
   Vandenesse kendi kendine:









   - Ne?! diyordu. Demek konuklarını ağırladı, güler yüzlü insanlar gördü; onlarla konuştu. Bense tek başınaydım, mutsuzdum o sırada.
   Derdini içine gömdü; denize atılan bir tabut gibi, yüreğinin derinlerine attı sevdasını. Bazı düşünceler, uçup giderken öldüren asitler gibi, hızla gelip geçiyordu aklından. Dile gelemeyen düşüncelerdi bunlar. Charles'ın yüzü karardı. Madam d'Aiglemont, kadınlara özgü bir içgüdüyle, anlayamadığı bu hüznü paylaştı. Onun acı çekmesini istememişti. Charles bunun farkına vardı. Sevdalı kişilerin tartışmaktan hoşlandıkları varsayımında olduğu gibi, doğrudan doğruya onu ilgiilendiren bir konu değilmiş gibi, kendi durumundan, kıskançlığından söz etti. Markiz, her şeyi anladı; anlayınca da öyle bir heyecanlandı ki, gözyaşlarını tutamadı. İşte o zaman, aşkın cennetine girdiler. Ömrümüz iki büyük nokta üstünde, yani sevinçle, acı üstüne kuruldur. Cehennemle cennet de bu iki noktayı dile getiren iki büyük şiirdir. Mutluluk bir bütün olduğu için, duygularımızın sonsuzluğunu yansıtan cennet konusunda bazı ayrıntılardan başka ne verilebilir ki? Oysa cehennem, çektiğimiz acıların, sonsuz işkencelerimizin bir örneği değil midir? Bu acıların her biri başka olduğundan, şiir biçimine dökebiliriz bunları.
   İki sevdalı başbaşaydılar bir akşam. Yan yana oturmuş, sessizce gökyüzünün en güzel görüntülerinden birini, güneşin son ışıklarıyla altına ve kızıla dönüşen berrak havayı seyretmekteydiler. Günün bu anında, ışığın yavaş yavaş azalması, insanda tatlı duygular uyandırır. Tutkularımız hafif hafif titrer. Sessizliğin içinde, tam ne olduğunu bilmediğimiz yoğun bir heyecanın huzursuzluğunu tadarız. Belli belirsiz biçimlere girerek bize mutluluğu gösteren doğa, bu mutluluk yanımızda ise ondan haz almamızı; bizden biraz uzaktaysa pişman olmamızı ister. Bu büyülü anların tatlı uyumu, içimizdeki isteklerle kaynaşır. Bu ışık perdesinin altında, yüreğin özlemlerine karşı koymak güçtür. O anlarda yüreğin özlemleri öyle bir büyüler ki insanı! Dert hafifler, sevinç insanı sarhoş eder, tatlı bir huzur insanı ezer o anlarda. Akşamın görkemi, gönüllerde gizlenenlerin açığa çıkmasına yardımcı olur. Göklerin sonsuzluğunu yansıtan gözler konuşmaya başlayınca, sessizlik konuşmaktan da daha tehlikeli olur. Eğer insan konuşursa, en önemsiz sözün bile karşı konulmaz bir gücü vardır. Seslerde aydınlık, gözlerde kızıl bir ışık yok mudur o sırada? Gökyüzü sanki içimizde değil midir? Ya da biz, kendimizi gökyüzünde sanmaz mıyız? Vandenesse ile Julie - çünkü birkaç gündür Charles dediği delikanlının ona Julie demesine izin vermişti- konuşuyorlardı. Ne var ki, asıl konudan bir hayli uzaklaşmışlardı. Söyledikleri sözcüklerin anlamını artık bilmemekle beraber, bu sözcüklerin altında saklanan gizli düşünceleri büyük bir hazla dinliyorlardı.




Markizin eli, Vandenesse'in avucundaydı; Julie, bunun bir lütuf olduğunu düşünmeden, elini genç adam bırakmıştı.
   Olağandışı dağların yamaçlarını renklendiren, karlar, buzlar ve kurşun renkli gölgelerle dolu o görkemli görüntülerden birini seyretmek için, beraber eğildiler. Kızıl alevlerle çeşit çeşit siyahlığın yoğun karşıtlıklarıyla oluşan, gökyüzüne eşsiz ve gelip geçici bir şiirsellik veren tablolardan biriydi bu. Yeniden doğan güneşi saran şahane bir kundak; can çekişen güneşi saran güzel bir kefendi bu! O sırada Julie'nin saçı, Vandenesse'in yanağına değdi hafifçe. Julie, fena halde ürperdi; delikanlı ondan daha da fazla ürperdi. İkisi de, anlatılamayacak bir bunalıma varmışlardı yavaşça. İnsan böyle bir nöbete tutulunca, sessizlik bedene öyle keskin bir duyarlık verir ki; yüreğimiz kederliyse, en küçük bir darbe gözyaşları döktürür, hüznümüzü coşturur. Yüreğimiz, sevdanın başdönmelerine kapılmışsa da, akıllara sığmaz hazlar tattırır bize. Julie, nerdeyse farkına varmadan, dostunun elini sıktı. Bu cesaret verici davranış, çekingen aşığı yüreklendirdi. O anın sevinçleri, geleceğin umutları, her şey, bir tek heyecanın içinde kaynaştı. Madam d'Aiglemont'un yanağını uzatarak aldığı iffetli ve çekingen öpücüğün heyecanı, ilk okşayışın heyecanıydı. Önemsiz görünen bu öpücüğün, aslında çok güçlü bir etkisi vardı; çok tehlikeliydi bu öpücük. Bu öpücüğün yapmacık ve sahte olmayışı, ikisini de felekate sürükledi. Yasa adına ne varsa her şeyin ayırdığı, doğada güzel olan her şeyin birleştirdiği iki güzel ruhun anlaşmasıydı bu öpücük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder