27 Ekim 2017 Cuma

Devamını Oku



Küçük bir erkek çocuk, annesine sordu:

– ‘Niçin ağlıyorsun?’
– ‘Çünkü ben kadınım.’ Diye cevapladı annesi.

– ‘Anlamadım!’ dedi çocuk.





Annesi, çocuğu kucaklayıp ‘Hiç bir zaman anlayamayacaksın!’ dedi.

Babasına ‘Baba, annem niçin ağlıyor?’ diye sordu.
Babanın cevabı: ‘Bütün kadınlar sebepsiz ağlayabilen yapıdadır’ oldu.

Küçük çocuk büyüdü, yetişkin adam oldu, halâ kadınların niçin ağladıklarını keşfedemedi. Nihayet
Bir gün bir bilgeyle yolları kesişti. Çocukluğundan bu yana beri merak ettiği bu soruyu yaşlı bilgeye sordu: ‘Kadınlar niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar?’

Bilge:

‘Allah tüm kadınları özel yarattı! Kadınların, Tüm yaşamın ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmasına rağmen başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzları, doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvveti vardır.












Başkalarının kuvvetinin kalmadığında; devam edecek azmi,

Ailesinin hastalığında; yorgunluğa pabuç bıraktırmayacak kudreti,

Her türlü şart altında, hatta kendilerini çok kötü incitseler de, çocuklarını sevmek duygusallığı vardır.

Bu duygusallık her yaştaki çocuklarının yaralarını sarmalarına, sorunlarını dinleyip paylaşmalarına yardım ediyor.

Kocalarını tüm kusurlarıyla sevmek kuvveti verilmiştir.

Onlara iyi bir kocanın eşini asla incitmeyeceği, fakat bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka vardır.

Tek zayıflık olarak kadınlara bir gözyaşı verilmiştir.

Tamamen kendilerinin sahip oldukları, ihtiyaçları olduğunda kullanmak üzere…

İnsanlık için bir gözyaşı…’ diye cevapladı…

Kadını güzel yapan şey ne saçı, ne vücudu, ne de kendini ne şekilde taşıdığıdır.

Kadını esas güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi, fedakarlığı, sorumluluğu, anlayışı, sadece bilgiye değil aynı zamanda kalbe de yönelik aklıdır.

Annemi Seviyorum!





23 Ekim 2017 Pazartesi

Devamını oku..



Gül yaprağı
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda ne vurulacak bir tokmak ne çalınacak bir zil vardı.













Bir süre sonra kapı açıldı... İçerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı... Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı...










16 Ekim 2017 Pazartesi

Devamını Oku... Devamını Oku...






 

Honore de Balzac - Otuz Yaşındaki Kadın

Charles'ı karşısında göremeyince boş kalan iskemlesi, onun adınakonuşunca, Madam d'Aiglemont bin pişman oldu; kendini haksız buldu. Bir kadın, kötü davrandığını ya da soylu bir ruhu kırdığını sanınca, içindeki aşk dev adımlarla ilerler. Aşk sözkonusu olduğu zaman, kötü duygulara hiç aldırmamalı; çünkü o kötü duygular çok hayırlıdır eninde sonunda. Kadınlar, kötü şeylerle karşılaşınca değil, erdemli davranışlarla karşılaşınca teslim olurlar. "Cehenneme giden yol iyi niyetlerle döşelidir" sözü, din dersi veren bir kişinin ortaya attığı aykırı bir düşünce değildir. Vandenesse birkaç gün gelmedi. Markiz, her akşam buluştukları saatte, vicdan azabıyla dolu bir sabırsızlıkla onu bekliyordu. Mektup yazmak, duyduklarını açığa vurmak olacaktı. Üstelik içgüdüleriyle, Vandenesse'in gene geleceğini seziyordu. Altıncı gün, uşak, Vandenesse'in geldiğini haber verdi. Markiz, şimdiye değin bu adı böyle bir hazla duymamıştı hiç. Kendi sevincinden korktu:
   - Beni iyice cezalandırdınız, dedi.
   Vandenesse ona şaşkın şaşkın baktı:
   - Cezalandırdım mı? diye yineledi. Neden?
   Charles, Madam d'Aiglemont'un ne demek istediğini pekala anlıyordu. Ama mademki Markiz, onun çektiği acıların farkındaydı, genç adam, bunun öcünü ondan almak istiyordu.
   Madam d'Aiglemont gülümseyerek sordu:
   - Neden beni görmeye gelmediniz?
   Charles, bu soruyu doğrudan doğruya yanıtlamamak için başka bir soru sordu:
   - Demek kimseyi görmediniz?
   - Dün M. de Ronquerolles ve M. de Marsay; bu sabah da küçük D'Esrignon iki saat kadar buradaydılar. Madam Firmiani'yi ve kızkardeşiniz Madam de Listomère'i de gördüm galiba.
   Gene bir acı! En hafif belirtisi korkunç bir kıskançlık olan, sevilen insanı aşka yabancı her şeyden uzaklaştırmak için sürekli bir istek olan, saldırgan ve zalim bir zorbalıkla sevmeyenlerin hiç anlayamayacakları bir acı!..
   Vandenesse kendi kendine:









   - Ne?! diyordu. Demek konuklarını ağırladı, güler yüzlü insanlar gördü; onlarla konuştu. Bense tek başınaydım, mutsuzdum o sırada.
   Derdini içine gömdü; denize atılan bir tabut gibi, yüreğinin derinlerine attı sevdasını. Bazı düşünceler, uçup giderken öldüren asitler gibi, hızla gelip geçiyordu aklından. Dile gelemeyen düşüncelerdi bunlar. Charles'ın yüzü karardı. Madam d'Aiglemont, kadınlara özgü bir içgüdüyle, anlayamadığı bu hüznü paylaştı. Onun acı çekmesini istememişti. Charles bunun farkına vardı. Sevdalı kişilerin tartışmaktan hoşlandıkları varsayımında olduğu gibi, doğrudan doğruya onu ilgiilendiren bir konu değilmiş gibi, kendi durumundan, kıskançlığından söz etti. Markiz, her şeyi anladı; anlayınca da öyle bir heyecanlandı ki, gözyaşlarını tutamadı. İşte o zaman, aşkın cennetine girdiler. Ömrümüz iki büyük nokta üstünde, yani sevinçle, acı üstüne kuruldur. Cehennemle cennet de bu iki noktayı dile getiren iki büyük şiirdir. Mutluluk bir bütün olduğu için, duygularımızın sonsuzluğunu yansıtan cennet konusunda bazı ayrıntılardan başka ne verilebilir ki? Oysa cehennem, çektiğimiz acıların, sonsuz işkencelerimizin bir örneği değil midir? Bu acıların her biri başka olduğundan, şiir biçimine dökebiliriz bunları.
   İki sevdalı başbaşaydılar bir akşam. Yan yana oturmuş, sessizce gökyüzünün en güzel görüntülerinden birini, güneşin son ışıklarıyla altına ve kızıla dönüşen berrak havayı seyretmekteydiler. Günün bu anında, ışığın yavaş yavaş azalması, insanda tatlı duygular uyandırır. Tutkularımız hafif hafif titrer. Sessizliğin içinde, tam ne olduğunu bilmediğimiz yoğun bir heyecanın huzursuzluğunu tadarız. Belli belirsiz biçimlere girerek bize mutluluğu gösteren doğa, bu mutluluk yanımızda ise ondan haz almamızı; bizden biraz uzaktaysa pişman olmamızı ister. Bu büyülü anların tatlı uyumu, içimizdeki isteklerle kaynaşır. Bu ışık perdesinin altında, yüreğin özlemlerine karşı koymak güçtür. O anlarda yüreğin özlemleri öyle bir büyüler ki insanı! Dert hafifler, sevinç insanı sarhoş eder, tatlı bir huzur insanı ezer o anlarda. Akşamın görkemi, gönüllerde gizlenenlerin açığa çıkmasına yardımcı olur. Göklerin sonsuzluğunu yansıtan gözler konuşmaya başlayınca, sessizlik konuşmaktan da daha tehlikeli olur. Eğer insan konuşursa, en önemsiz sözün bile karşı konulmaz bir gücü vardır. Seslerde aydınlık, gözlerde kızıl bir ışık yok mudur o sırada? Gökyüzü sanki içimizde değil midir? Ya da biz, kendimizi gökyüzünde sanmaz mıyız? Vandenesse ile Julie - çünkü birkaç gündür Charles dediği delikanlının ona Julie demesine izin vermişti- konuşuyorlardı. Ne var ki, asıl konudan bir hayli uzaklaşmışlardı. Söyledikleri sözcüklerin anlamını artık bilmemekle beraber, bu sözcüklerin altında saklanan gizli düşünceleri büyük bir hazla dinliyorlardı.




Markizin eli, Vandenesse'in avucundaydı; Julie, bunun bir lütuf olduğunu düşünmeden, elini genç adam bırakmıştı.
   Olağandışı dağların yamaçlarını renklendiren, karlar, buzlar ve kurşun renkli gölgelerle dolu o görkemli görüntülerden birini seyretmek için, beraber eğildiler. Kızıl alevlerle çeşit çeşit siyahlığın yoğun karşıtlıklarıyla oluşan, gökyüzüne eşsiz ve gelip geçici bir şiirsellik veren tablolardan biriydi bu. Yeniden doğan güneşi saran şahane bir kundak; can çekişen güneşi saran güzel bir kefendi bu! O sırada Julie'nin saçı, Vandenesse'in yanağına değdi hafifçe. Julie, fena halde ürperdi; delikanlı ondan daha da fazla ürperdi. İkisi de, anlatılamayacak bir bunalıma varmışlardı yavaşça. İnsan böyle bir nöbete tutulunca, sessizlik bedene öyle keskin bir duyarlık verir ki; yüreğimiz kederliyse, en küçük bir darbe gözyaşları döktürür, hüznümüzü coşturur. Yüreğimiz, sevdanın başdönmelerine kapılmışsa da, akıllara sığmaz hazlar tattırır bize. Julie, nerdeyse farkına varmadan, dostunun elini sıktı. Bu cesaret verici davranış, çekingen aşığı yüreklendirdi. O anın sevinçleri, geleceğin umutları, her şey, bir tek heyecanın içinde kaynaştı. Madam d'Aiglemont'un yanağını uzatarak aldığı iffetli ve çekingen öpücüğün heyecanı, ilk okşayışın heyecanıydı. Önemsiz görünen bu öpücüğün, aslında çok güçlü bir etkisi vardı; çok tehlikeliydi bu öpücük. Bu öpücüğün yapmacık ve sahte olmayışı, ikisini de felekate sürükledi. Yasa adına ne varsa her şeyin ayırdığı, doğada güzel olan her şeyin birleştirdiği iki güzel ruhun anlaşmasıydı bu öpücük.

11 Ekim 2017 Çarşamba

Tüm Resimleri....





Adana Oktar'ın kedicikleri





























10 Ekim 2017 Salı

Devamını Oku...





Olay, henüz döviz kurlarının uygulanmadığı yıllarda ABD-Kanada sınırındaki bir şehirde geçmektedir: ABD ve Kanada malum ki para birimi olarak 'dolar' kullanmaktadırlar. Yalnız her iki ülke de kendi paralarının daha değerli olduğunu iddia etmektedirler. Şöyle ki Kanadalılara göre:

1 ABD Doları= 90 Kanada Centi, Amerikalılara göre ise :
1 Kanada Doları= 90 ABD Centi.













Bir Amerikalı, cebindeki 1 dolarla dolaşmaya çıkar. Bir ara karnı acıkır ve simit alır (amerikan simidi!). Simidin fiyatı 10 centtir. Cebindeki 1 doları verir. Simitçi bozuk para ararken cebinin bir köşesinde 1 Kanada doları bulur, onu verir (90 cente eşit ya!). Derken sınırı yürüyerek geçer ve Kanada'da dolaşmaya başlar. Kaleme ihtiyacı olduğunu hatırlar. Girer bir kırtasiyeciye. Kalemin fiyatı da 10 Kanada centidir. Cebindeki 1 Kanada dolarını verir. Kırtasiyeci de para üstü olarak 1 ABD doları verir. Oradan da ayrılıp evine döner. Sonra düşünmeye başlar:

- Yahu sabah evden çıkarken cebimde 1 ABD dolarım vardı, şimdi de 1 ABD dolarım var. Pekiyi simitle kalemin parasını kim verdi?




3 Ekim 2017 Salı

Devamını Oku...


Rivayete göre olay Kayseri’de yaşanmıştır.
Hırsızın biri, bir evin çatısına çıkar ve anten kablosunu keser.
Evin reisi tam televizyona dalmışken yayın kesilince, televizyonunu biraz kurcalar, görüntü gelmeyince de;
─ Bozuldu herhalde, diyerek uyumaya geçer.
Ertesi gün adam işe gittikten sonra hırsız kapıyı çalıp adamın karısına;
─Yenge, beni abi gönderdi, televizyon bozuk, alın da bir bakın dedi, der.
Saf kadıncağız nereden bilsin, televizyonu verir tabiki…
Adam işten eve döndüğünde televizyonu yerinde göremeyince, meraklanıp sorar eşine. Kadın durumu anlatınca da şok olur adeta. Şaşkına dönen çift, nasıl böyle bir oyuna geldiklerine inanamazlar bir türlü…





Aradan birkaç gün geçer… Aynı çift, balkonda çay keyfi yapmaktadır. Caddeden geçerken sırıta sırıta balkona bakan delikanlıyı gören kadın, heyecanla yerinden fırlar;
─ İşte ordaa, televizyonu çalan hırsız buu, diye bağırmaya başlar.
Adam telaşla yerinden fırlar ve hırsızın peşine düşer. Pijamalarıyla ve yalınayak o caddeden bu caddeye koşturur durur…
Beş dakika sonra kapı çalar. Kadın kapıyı açtığında düzgün kıyafetli bir adam önce kendini tanıtır;
─ Ben polis memuru Yaşar. Beyiniz az önce yakaladığı bir hırsızı emniyete teslim etti. Fakat pantolonunu ve cüzdanını evde unutmuş, onları almaya geldim.
Kadın çok sevinir bu duruma ve bir çırpıda koşar getirir pantolonu ve cüzdanı.





Aradan 15 dakika geçer ve adam koşmaktan bitkin düşmüş bir halde eve döner. Kadının keyfi yerindedir ama… Adam içeri adımını atar atmaz boynuna sarılır;
─ Helal olsun sana bey, bu yaşında nasıl da yakaladın o genç adamı, bravo sana.
Adeta burnundan soluyan adamın şaka kaldıracak hali yoktur;
─ Dalgamı geçiyorsun benimle hanım, ne yakalaması! Tazı gibi koşuyo şerefsiz. Don, gömlek rezil etti beni yedi mahalleye.

Bir anda tüm neşesi kaçar kadının. Kısık bir sesle;
─ Eee? O zaman o polis niye öyle dedi? diye sorar.
─ Hangi polis?
─ Pantolonunla cüzdanını almaya gelen polis.
─ Neee? Yoksa onlarıda mı verdin?





29 Eylül 2017 Cuma

Devamını Oku..


“Her şeyde bir hayır vardır” diyenler çoktur.

“Olan şey hayırlıdır” diyenler de...

Hocalık yıllarımda yaşadığım bir olay, bu gerçeği çok iyi gösterecek türden...

Benden anlatması, sizden yorumlaması...

Sakarya Üniversitesi, Sapanca Gölü’ne bakan şimdiki kampüsüne taşınmadan önce, şehir merkezinden iki kilometre uzakta, “Ozanlar” adıyla bilinen bölgedeydi. Perşembe günlerinde, okul yolu üzerinde çok büyük bir pazar kuruluyordu. Diğer günler trafiğe açık olan yol, o gün kapandığı için okula arka yollardan bağlantı sağlanırdı. Fakat öğrenciler imkânsızlık yüzünden, bazı hocalar da spor niyeti ile okula yürüyerek giderlerdi. Bu durumda Pazar boydan boya geçilir, ama bu durumdan şikâyet edilmezdi. Meyvelerin güzelliği ve pazarın canlılığı, o sıkıcı yolu eğlenceli hale getirir, her zaman uzun gelen yol, bu yüzden de iyice kısalırdı.

Mayıs ayındaydık, unutmuyorum.

Bir gün dersten çıkınca, eve dönmek için pazara girdim.

Satıcılar yine bas bas bağırıyordu.

Bilirsiniz, her zaman duyduğunuz sesler...

Tezgâhların arasından zorlukla ilerlerken, biri bana laf attı:

Hocam! Domates vereyim. İster misiniz?”

Satıcıya baktığımda onu hemen tanıdım, öğrencimdi.

“Ne işin var burada? diye sordum. “Senin derste olman gerekmiyor mu?”

“Hocam ben artık öğrenci değilim” dedi. “Okuldan atılmıştım.”

Şaşırdım tabi...

Yarı şaka, yarı ciddi:

“Hangi hain hoca attı seni?” deyince, o da haince gülümseyip cevap verdi:

“Siz atmıştınız hocam!”

“Hadi canım sen de!” dedim. “Şaka mı yapıyorsun?”




“Valla siz attınız” dedi. “Üç yıl önce atmıştınız unuttunuz mu?”

Daha sonra ki yıllarda hesaplamıştım. Beş binden fazla öğrenci ders almış benden, bu yüzden de isimleri hatırlamam zor, yaşanılan olayları da öyle...

Öğrencimin yanına giderek oturdum. Üç kilo domates aldıktan sonra tabi...

“Seni nasıl attığımı anlat bakayım!” dedim. “Hem de detaylarıyla...”

Anlatmaya başladı. Derslerimin birinden, altı kere sınava girmesine rağmen, hepsinden de zayıf not alarak kalmıştı. O zamanlar yedi hakta geçemeyenler, yönetmelik gereğince okuldan atılırdı. Anlattığına göre, altı haktan sonra onu yanıma çağırarak:

“Son hakkına giriyorsun haberin olsun! Çok iyi çalış! Biliyorsun kimseye torpil yapmam! Takıldığın bir yer varsa gelip bana sor, hiç çekinme!” demiştim.




Gelmemiş tabi.

Domatesçi öğrencim, son hakkına girdiği imtihanı anlatırken, olup bitenleri bir anda hatırladım. Çünkü onun durumu çok özeldi. Ve o durumda başka öğrenci yoktu.

Sınav başladığında kendisine dedim ki:

“Senin durumundan çok, ailenin durumuna üzülüyorum. Sana acımasam bile onlara acıyorum. Al şu cevap kâğıdını, kendin pişir, kendin ye! Sana soru sormuyorum, soruları kendin yaz! Onların cevabını da ver arkasından...”

İki saatlik imtihan beş dakikada bitti.




O öğrencim bir soru bile yazamayıp, boş kâğıt teslim etti.

Bende okuldan attım kendisini, gönül rahatlığıyla.

Öğrencim bunları gülerek anlatırken:

“Sevgili Hocam!” dedi. “Allah sizden bin kere razı olsun. İyi ki atmışsınız. Vallahi köşeyi döndüm, hem de ne dönüş... Şimdi toptan domatesçilik yapıyorum. Antalya’dan getirtiyorum domatesi, öyle güzel bir iş ki. İki yılda bir daire aldım kendime. Eğer mühendis olsaydım, diğer arkadaşlar gibi ev kiramı bile ödeyemezdim.”

Domatesler elimde, koşar adım ayrıldım öğrencimden.

Aybaşı geldiğinden, bir an önce eve gidip ev kirası vermem gerekiyordu.




Devamını Oku...



“Her şeyde bir hayır vardır” diyenler çoktur.

“Olan şey hayırlıdır” diyenler de...

Hocalık yıllarımda yaşadığım bir olay, bu gerçeği çok iyi gösterecek türden...

Benden anlatması, sizden yorumlaması...

Sakarya Üniversitesi, Sapanca Gölü’ne bakan şimdiki kampüsüne taşınmadan önce, şehir merkezinden iki kilometre uzakta, “Ozanlar” adıyla bilinen bölgedeydi. Perşembe günlerinde, okul yolu üzerinde çok büyük bir pazar kuruluyordu. Diğer günler trafiğe açık olan yol, o gün kapandığı için okula arka yollardan bağlantı sağlanırdı. Fakat öğrenciler imkânsızlık yüzünden, bazı hocalar da spor niyeti ile okula yürüyerek giderlerdi. Bu durumda Pazar boydan boya geçilir, ama bu durumdan şikâyet edilmezdi. Meyvelerin güzelliği ve pazarın canlılığı, o sıkıcı yolu eğlenceli hale getirir, her zaman uzun gelen yol, bu yüzden de iyice kısalırdı.

Mayıs ayındaydık, unutmuyorum.

Bir gün dersten çıkınca, eve dönmek için pazara girdim.

Satıcılar yine bas bas bağırıyordu.

Bilirsiniz, her zaman duyduğunuz sesler...

Tezgâhların arasından zorlukla ilerlerken, biri bana laf attı:

Hocam! Domates vereyim. İster misiniz?”

Satıcıya baktığımda onu hemen tanıdım, öğrencimdi.

“Ne işin var burada? diye sordum. “Senin derste olman gerekmiyor mu?”

“Hocam ben artık öğrenci değilim” dedi. “Okuldan atılmıştım.”

Şaşırdım tabi...

Yarı şaka, yarı ciddi:

“Hangi hain hoca attı seni?” deyince, o da haince gülümseyip cevap verdi:

“Siz atmıştınız hocam!”

“Hadi canım sen de!” dedim. “Şaka mı yapıyorsun?”




“Valla siz attınız” dedi. “Üç yıl önce atmıştınız unuttunuz mu?”

Daha sonra ki yıllarda hesaplamıştım. Beş binden fazla öğrenci ders almış benden, bu yüzden de isimleri hatırlamam zor, yaşanılan olayları da öyle...

Öğrencimin yanına giderek oturdum. Üç kilo domates aldıktan sonra tabi...

“Seni nasıl attığımı anlat bakayım!” dedim. “Hem de detaylarıyla...”

Anlatmaya başladı. Derslerimin birinden, altı kere sınava girmesine rağmen, hepsinden de zayıf not alarak kalmıştı. O zamanlar yedi hakta geçemeyenler, yönetmelik gereğince okuldan atılırdı. Anlattığına göre, altı haktan sonra onu yanıma çağırarak:

“Son hakkına giriyorsun haberin olsun! Çok iyi çalış! Biliyorsun kimseye torpil yapmam! Takıldığın bir yer varsa gelip bana sor, hiç çekinme!” demiştim.




Gelmemiş tabi.

Domatesçi öğrencim, son hakkına girdiği imtihanı anlatırken, olup bitenleri bir anda hatırladım. Çünkü onun durumu çok özeldi. Ve o durumda başka öğrenci yoktu.

Sınav başladığında kendisine dedim ki:

“Senin durumundan çok, ailenin durumuna üzülüyorum. Sana acımasam bile onlara acıyorum. Al şu cevap kâğıdını, kendin pişir, kendin ye! Sana soru sormuyorum, soruları kendin yaz! Onların cevabını da ver arkasından...”

İki saatlik imtihan beş dakikada bitti.




O öğrencim bir soru bile yazamayıp, boş kâğıt teslim etti.

Bende okuldan attım kendisini, gönül rahatlığıyla.

Öğrencim bunları gülerek anlatırken:

“Sevgili Hocam!” dedi. “Allah sizden bin kere razı olsun. İyi ki atmışsınız. Vallahi köşeyi döndüm, hem de ne dönüş... Şimdi toptan domatesçilik yapıyorum. Antalya’dan getirtiyorum domatesi, öyle güzel bir iş ki. İki yılda bir daire aldım kendime. Eğer mühendis olsaydım, diğer arkadaşlar gibi ev kiramı bile ödeyemezdim.”

Domatesler elimde, koşar adım ayrıldım öğrencimden.

Aybaşı geldiğinden, bir an önce eve gidip ev kirası vermem gerekiyordu.




27 Eylül 2017 Çarşamba

Cevap İçin Tıkla...







Evet cevabı açıklıyoruz.

Arkadaşlar Cevap -1


Bulanlar aşağıdaki linkleri tıklasın






Bulamayanlar yukarıdaki linleri tıklasın.






Kızıma Ödül


KIZINA ÖDÜL
Bir baba kızına kitap okuma alışkanlığı kazandırabilmek için ödül vermek istemiş ve: “Kızım, eğer sana verdiğim şu kitabı bitirirsen 100 lira vereceğim.” demiş.

Bu teklif kızın çok hoşuna gitmiş ama kitap okumayla da pek arası yokmuş. O nedenle ; “En iyisi ben bu kitabın özetini internetten araştırıp bulayım, onu iyice ezberleyeyim, babam okudun mu diye sorunca da o özeti anlatırım.” diye düşünmüş.




Ve çocuk gitmiş, babasının okuması için verdiği kitabın özetini bulmuş. İki sayfalık bu özeti iyi bir şekilde öğrenmiş. Tabi babası anlamasın diye bir hafta da beklemiş. Bir hafta sonra “Babacığım ben kitabı okudum, ödülümü verir misin?” diye sormuş.




Babası kızından kitapta geçen konuyu anlatmasını istemiş. Genç kız güzel bir şekilde konuyu anlatmış. Ardından tekrar ödülünü istemiş babasından. Ama babası hiç beklemediği bir tepki vermiş ve kızına: “Sen bu kitabı okumamışsın, beni kandırıyorsun. Çünkü eğer okusaydın kitabın içine koyduğum 100 lirayı bulurdun




14 Eylül 2017 Perşembe

Recep İvedik 5 Hd izle

Recep ivedik 5 hd izle









Mesothelioma Law Firm
Donate Car to Charity California
Donate Car for Tax Credit
Donate Cars in MA
Donate Your Car Sacramento
How to Donate A Car in California
Sell Annuity Payment
Donate Your Car for Kids
Asbestos Lawyers
Structures Annuity Settlement
Car Insurance Quotes Colorado
Annuity Settlements
Nunavut Culture
Dayton Freight Lines
Hard drive Data Recovery Services
Donate a Car in Maryland
Motor Replacements
Cheap Domain Registration Hosting
Donating a Car in Maryland
Donate Cars Illinois




Criminal Defense Attorneys Florida
Best Criminal Lawyers in Arizona
Car Insurance Quotes Utah
Life Insurance Co Lincoln
Holland Michigan College
Online Motor Insurance Quotes
Online Colleges
Paperport Promotional Code
Online Classes
World Trade Center Footage
Massage School Dallas Texas
Psychic for Free
Donate Old Cars to Charity
Low Credit Line Credit Cards
Dallas Mesothelioma Attorneys
Car Insurance Quotes MN
Donate your Car for Money
Cheap Auto Insurance in VA
Met Auto
Forensics Online Course
Home Phone Internet Bundle
Donating Used Cars to Charity
PHD on Counseling Education
Neuson
Car Insurance Quotes PA
Royalty Free Images Stock
Car Insurance in South Dakota
Email Bulk Service
Webex Costs




Cheap Car Insurance for Ladies
Cheap Car Insurance in Virginia
Register Free Domains
Better Conference Calls
Futuristic Architecture
Mortgage Adviser
Car Donate
Virtual Data Rooms
Online College Course
Automobile Accident Attorney
Auto Accident Attorney
Car Accident Lawyers
Data Recovery Raid
Criminal lawyer Miami
Motor Insurance Quotes
Personal Injury Lawyers
Car Insurance Quotes
Asbestos Lung Cancer
Injury Lawyers
Personal Injury Law Firm
Online Criminal Justice Degree
Car Insurance Companies
Dedicated Hosting, Dedicated Server Hosting
Insurance Companies
Business VOIP Solutions
Auto Mobile Insurance Quote
Auto Mobile Shipping Quote
Health Records, Personal Health Record
Online Stock Trading
Forex Trading Platform

13 Eylül 2017 Çarşamba

Sucuk Döner

Afyon’da küçük bir yol üstü benzincisi, bir de restoranları var ama satışlar zayıf. Aile yıllardır sucuk imal edip satıyor ama rakipleri Cumhuriyet, İkbal, Ahmet İpek. Rekabet güçleri çok az. “Ne yaparız, ne yaparız?” derken oğlu Rafet, babasına “Baba paketli, markalı satamıyorsak açıkta satalım o zaman!” Baba soruyor, “Nasıl yapacağız peki?”.

Oğlan fikrini söylüyor. “Tamam deneyelim” diyor baba, fikrin ilginçliği karşısında gülümseyerek.

10 yıl kadar önce arabayla Ankara’dan İzmir’e doğru gidiyordum, Afyon’a girmeden 5-10 km önce sağda, Özlem Dinlenme Tesisleri’nde kocaman bir bez afiş gördüm: “Dünyada ilk defa Sucuk Döner!”.

“Yok artık” dedim. Her geçişimde tesisin önünde araba sayısı artmaya, tesis modernleşmeye başladı. Sonra, karşıda bir tesis daha aldılar. Bu arada, önce Afyon’da, sonra diğer illerde “Sucuk Döner” yazıları görmeye başladık. Baba oğul sucuğu açıkta satmayı başardılar.

Geçenlerde mola verdim, yanımda da bir arkadaşım vardı. Garsona “iki sucuk döner, iki ayran” dedim. Garson:

– Ağabey, size ayran vermeyelim.

– Niye? dedim, kulakları açtım.

– Yeni bir ürünümüz var, onu verelim.

– Ne o?

– Salatalıklı Yayık Ayranı!

Getirdiler. Cacığı blendırdan geçirmişler, biraz da sulandırmışlar; olmuş sana yeni buluş. Çok da güzel bir içecek.

İşte bu, inovasyon falan dedikleri.

Yeni fikir bulup bunu ticari bir kazanca çevirmek inovasyondur.

Sizin bulduğunuz fikri, yöneticinizin kendi üstündekilere kendi fikri gibi satması hinovasyondur.

12 Eylül 2017 Salı

İşi bırakıyoruz

İşi Bırakıyoruz Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar. Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu bağırıp, çağırarak tekmelerler.

21 Nisan 2017 Cuma

Benim Canım Yanmaz Gardaş izle

Benim Canım Yanmaz Gardaş izle recep ivedik tiplemesinden süper bir sahne. recep ivedik stres atmak için spor salonuna gidiyor ve salon hocası ile diyalogu harika.




18 Nisan 2017 Salı

Recep İvedik Portresi

Bir takipçimizin bize gönderdiği çok güzel karakalem çalışması ile çizilmiş Recep İvedik (Şahan GÖKBAKAR) portresi ilgimizi çekti ve paylaşma kararı aldık.

Takipçimizin elelrine sağlık.


5 Nisan 2017 Çarşamba

Recep İvedik 5'e Gençlerin Tepkisi

Recep İvedik 5 filmine Genclerin Tepkisi nasıl acaba. Gençlerimiz recep ivedik 5 filmi için nasıl tepkiler vermiş izleyip görelim.

Recep İvedik 5 gençlerin tepkisi
Recep İvedik 5 gençlerin tepkisi


4 Nisan 2017 Salı

Recep İvedik 5 Sinema Çekimi İzle

Recep İvedik 5 Sinema Çekimi İzle , Recep ivedik 5 hd sinema çekimi izle


Recep İvedik 5 Sinema Çekimi İzle
Recep İvedik 5 Sinema Çekimi İzle

20 Mart 2017 Pazartesi

Recep İvedik 5 izle

Recep ivedik 5 recep ivedik tiplemesi ile Şahan GÖKBAKAR bu filmdeki sporcu tiplemesi ile karşımıza çıkıyor. Recep İvedik 5 filminde olimpiyatlara katılarak mücade ediyor.
Recep ivedik  izle
Recep ivedik  izle